ATATÜRK İMZASI BİR ERMENİ’YE Mİ AİT?
Telefondaki ses: “Biliyorsunuz, Mustafa Kemal bugün Atatürk soyadını aldı. Kendisine bundan sonra kullanabileceği bir imza takdim etmek istiyoruz. Bunu olsa olsa sizin gerçekleştirebileceğinize inanıyoruz. Bu gece hazırlayacağınız bir tek imza taşıyan kartvizit, yarın sabah sizden alınacaktır.” İşte Amerikan Kız ve Erkek Kolejlerinin yazı ve matematik öğretmeni Vahram Çerçiyan, Soyadı Kanununun Meclis'te kabul edildiği günün akşamı böyle bir mesaj almıştı. Telefon, Ankara'daki bir mebustan, eski bir talebesinden geliyordu. Ankara'da bir kaç mebus arkadaş bir araya gelerek, o günün şerefine Ata'ya bir armağan sunmak istemişlerdi.
10 Kasım 1969 tarihli Milliyet Gazetesi'nin iç sayfalarında bulunan bir başlık; her gündeme geldiğinde tartışılan ve üstü örtülmeye çalışılan bir mevzuun fitilini ateşliyordu. “Atatürk'ün İmzasını Çizmek Görevi Bana Verildi” serlevhasının muhtevasında şunlar yazılıydı:
Telefondaki ses: “Biliyorsunuz, Mustafa Kemal bugün Atatürk soyadını aldı. Kendisine bundan sonra kullanabileceği bir imza takdim etmek istiyoruz. Bunu olsa olsa sizin gerçekleştirebileceğinize inanıyoruz. Bu gece hazırlayacağınız bir tek imza taşıyan kartvizit, yarın sabah sizden alınacaktır.” İşte Amerikan Kız ve Erkek Kolejlerinin yazı ve matematik öğretmeni Vahram Çerçiyan, Soyadı Kanununun Meclis'te kabul edildiği günün akşamı böyle bir mesaj almıştı. Telefon, Ankara'daki bir mebustan, eski bir talebesinden geliyordu. Ankara'da bir kaç mebus arkadaş bir araya gelerek, o günün şerefine Ata'ya bir armağan sunmak istemişlerdi. Maddî herhangi bir şeyin kabul edilmeyeceğini bildiklerinden; manevî değer taşıyan bir şey, bir imza örneği vermeye karar vermişlerdi. Üzerinde bir tek imza taşıyan bu kartviziti kim yazacaktı? Amerika'da iki yıl boyunca yazı sistemleri üzerinde çalışmalar yapan, yurda döndükten sonra Maariften tasdik edilmiş «Yazı Sistemleri» kitaplarının yazarı Vahram Çerçiyan'dan başka kimse yapamazdı bu işi.
Ömre Bedel Bir Gece
Vahram Çerçiyan, Ankara'dan mesajı aldığında, saat akşamın dokuzuydu, önce heyecanını yatıştırmaya çalıştı. Nihayet hayatının en değerli görevini yerine getirecekti. Değil sevdiği, saydığı; "taptığı" Ata'ya bir imza bulmak görevi kendisine verilmişti. Bundan büyük bir şeref olabilir miydi? Ve Vahram Çerçiyan kolları sıvayıp masasına oturdu. Saatler ilerledikçe önündeki kağıt parçaları çoğalıyordu. Sabahın erken saatlerinde ise kağıt parçaları yavaş yavaş azalmaya başladı. Ve sabahın sekizinde önünde beş imza örneğiyle başbaşa kaldı. Aralarında bir seçim yapamıyordu. «Seçimi Ata yapsın» deyip, imza örneklerini kapıda bekleyen adama verdi. Bütün gece gözünü bile kırpmamıştı, ama hiç bir yorgunluk hissetmiyordu. Ömre bedel bir gece geçirmişti. Mutluydu.
Atatürk'ün kullandığı imza
Aradan üç gün geçmişti ki, Vahram Çerçiyan, Ata'dan bir mektup aldı. İmzalardan birini seçtiğini, bundan böyle yalnız onu kullanacağını bildiriyor, sevincini paylaşıyor ve teşekkür ediyordu. Bugün Vahram Çerçiyan 83 yaşında. Ata'dan söz ederken, o günlerin heyecanını yeniden duyuyor, yaşıyor. «Onun bize yaptıkları karşısında benim yaptığım nedir ki» demekten kendini alamıyor. 50 yıldan uzun bir süre öğretmenlik yapan Vahram Çerçiyan'ın öğrencileri, bugün birbirlerini el yazılarından tanımaktadırlar. Bu öğrenciler arasında Ecevit, Kasım Gülek, Selim Sarper, Ömer Celâl Sarç, Behçet Ağaoğlu yer almaktadır. Vahram Çerçiyan hâlen, her sabah uyandığında ilk işinin cüzdanında taşıdığı Ata'nın resmini çıkartıp öpmek olduğunu açıklıyor. Kendisinden, Ata'ya yapmış olduğu ilk 5 imza örneğini bize tekrar çizmesini istediğimizde "Maalesef" dedi. Yedi yıl önce bir trafik kazasında geçirdiği şoktan sonra, ellerinin bütün muvazenesini kaybetmişti. Artık o güzel yazıları yazamıyordu. Ama bugün her yerde, Ata'ya ait bütün kitaplarda, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün pullarında, sokaklarda, evlerde, resmî dairelerde kendi yazmış olduğu imzayı görüyordu ya... En değerli görevi yerine getirmişti ya... Atayı sevindirmişti ya... Evet mutlu, hem de çok mutluydu…
Aradan iki sene geçer ve bu sefer gazeteci Ertuğrul Zorlutuna; Hayat Dergisi'nin 25 Kasım 1971 tarihli, 48. Sayısında yayınlanacak bir röportaja imza atar. Röportajın muhtevası, Milliyet Gazetesinde yayınlanan röportaj ile hemen hemen aynı olmakla birlikte; Çerçiyan'ın fotoğrafları ve Kemal Paşa'ya takdim edilen 5 imzanın resmi ile süslenmiştir. Ayrıca şu ifadeler dikkat çekicidir:
“Atatürk'ü taparcasına sevdiğini anlatan Çerçiyan: Atatürk, Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük evlâdıdır, diyor. Küçücük de olsa parmağımla O'nun hizmetinde bulundum. Bu, benim en büyük mutluluğumdur.”
"Türk Milleti'nin yüzde 60'ı enayidir" mülakatı
Uzun yıllar sonra gazeteci Nuriye Akman'ın Aziz Nesin ile yaptığı bir röportaj mevzu üzerinden tartışmaların alevlenmesine sebep olur. “Türk Milleti Enayi” ana başlığı ile verilen sohbetin alt başlığında, şu “iddialı” ifade yer alır: “Atatürk'ün imzasını başkasından kopya etmesine çok bozuluyorum” 27 Eylül 1992 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan röportajın, bahse konu olan kısmı şöyledir:Cerciyan_AzizNesin1
“N.A.: Siz ‘Atatürk adına' çok bozuluyormuşsunuz, öyle mi? A.N.: Evet. Atatürk çapında büyük bir adam, bu adı almamalıydı. İnsan olduğu için tabii kusurları var. O kusurlar hep meziyet gibi gösterilmiş. İngiltere Kralı 8. Edward Türkiye'ye geldiğinde garson birşey döker masaya. Atatürk 'Ben bu millete herşeyi öğrettim, uşak olmasını öğretemedim' der. Bu Atatürk'e yakışmayan birşeydir. Bu söylenmez. Atatürk soyadını almak, yani Türk'ün atası olduğunu söylemek hoşuma gitmiyor... Atatürk soyadını alması ilginçtir; etrafına insanları topluyor, onlara Atatürk de karar ‘kıldırıyor.' Bu güzel değil. Onun için ben ona Mustafa Kemal demeyi tercih ederim. İkincisi, Atatürk imzasını başkasına attırır, ondan kopya eder. Bir Ermeni'nin imzasıdır; beş on tane imza örnekleri getirttirir, onlardan bir tanesini beğenir. Ermeni'nin imzasını beğenmesi önemli değil; Ermeni olur, Türk olur... Ama, kötü yaz senin yazın olsun.”
Aradan 4 gün geçtikten sonra araştırmacı-yazar Cengiz Özakıncı, yine Hürriyet Gazetesi'nde bir yazı yazar: “Atatürk'ün el yazılarını inceledim. Sonuç olarak K.Atatürk imzasında geçen; ‘Ata' sözcüğü Atatürk'ün gündelik el yazısıdır, yine aynı yazıda geçen ‘Türk' sözcüğü için de aynısı geçerlidir.” diyerek, Nesin'in iddialarının hakikati yansıtmadığını ifade eder.
1999 Aralık ayında, Hüdavendigar Onur tarafından yazılan “Ermeni Portreleri” isimli kitapta; hadisenin seyri ile alâkalı olarak şunlar aktarılır:
“Tartışma karşılıklı belgelerle devam ederken Özakıncı, bu konuda ilk yazı yazan olarak Abdurrahman Dilipak'ı kaynak gösteriyordu. Bu arada, Atatürk'ün imzasının bir kopya olduğunu ileri süren Mete Tuncay da, Özakıncı'nın iddialarını inceledikten sonra Nokta Dergisi'ne şu açıklamayı yapıyordu; Kitabı inceledim. Özakıncı'nın sunduğu belgeler doğru gözüküyor.”
Olaya Bir Ermeni Unsuru Sokmaya Çalışmak
Bu defa devreye Hıncal Uluç girer ve 12 Ekim 1992 tarihli Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde şunları yazar:
“Atatürk'ün imzası kendisine mi aitti, yoksa bir Ermeni'ye mi, diye gereksiz bir tartışma başladı… Nedim Göknil, birinci elden konuya açıklık getiren şeyler anlattı bana. Atatürk, kişiliği gereği tam bir mükemmeliyetçi… İmzası konusunda da devrin kaligrafi ustalarına danışıyor. Bunlardan biri de Vahram Çerçiyan… Nedim ‘Ben, toprağı bol olsun, Bay Çerçiyan'ı, Robert Kolej'de hocam olarak tanıdım. 1948-54 Kolej Kuşağı, tam bir İstanbul beyefendisi olan bu Ermeni zatı iyi tanır' diyor... Öğrencileri ona Çerçi Baba dermiş... Hayatta en iftihar ettiği şey, Atatürk için dizayn ettiği imza şekli imiş. Tahtaya çizer, gösterirmiş, öğrencilerine… ‘Ben bir şablon yaptım. Atatürk bu şablon üzerinde çalıştı ama, imzalarını kendi el yazısı ile attı' diye de anlatırmış. Nedim, ‘Bu kaligrafik çalışmayı bir Tibetli bile yapabilirdi. Olaya bir Ermeni unsuru sokmaya çalışmak, fevkalade yanlış ve ayıptır' diyor. Bence de öyle…”
5 Haziran 2001 tarihli Hürriyet Gazetesi “Aydınlar ve Sanatkârlar Anıtı'nın açılış töreni esnasında konuşan, Üç Horan Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Garo Hamamcıoğlu'nun; “Atatürk'ün kullanıp beğendiği 'K.Atatürk' imzasının yaratıcısı Çerçiyan da bu mezarlıkta yatmaktadır" sözlerini Türk tarihçiler tarafından da kesin bir ifadeyle 'reddedilmeyen' bir bilgi olarak aktarır. Arkasından törende hazır bulunanlar ile yapılan kısa mülakatlara yer verilir:
Berç Garo Şigaher (İşadamı): Çerçiyan'ın imzayı hazırlaması gerçektir. Robert Kolej'de, kaligrafi (güzel yazı) hocalığı da yapan Prof.Dr. Çerçiyan'dan bizzat duydum. Atatürk'e imza lazım olmuş. Ankara'dan 5 adet imza örneği istemişler. Sabaha kadar heyecanla 5 imza hazırlamış. Ankara'ya gönderilen imzalardan bu bilineni seçmiş Atatürk.
Cemal Kutay (Tarihçi-Yazar): İmzanın yaratıcısının bir Ermeni olması da mümkün, bir efsane olması da. Ancak olması imkân dâhilinde. O dönemde Ermeniler, Museviler, Rumlar Türk varlığı arasında, ayrılmaz bir bütündü. Sanatla, el işçiliğiyle de daha çok meşgullerdi.
Cerciyan_Tahtadaimza1Orhan Silier (Türk Tarih Vakfı Genel Sekreteri): Bu, olsa olsa bir tasarım sorunudur. Bilgi sahibi değilim. Bunu bilecek kişi çok azdır.
Garo Hamamcıoğlu (Şişli Ermeni Mezarlığı Komisyonu Başkanı): Tarihçi değilim. Ama imzanın yaratıcısının Çerçiyan olduğunu, Pars Tuğlacı (Ermeni asıllı Tarihçi ve yazar)'dan da dinledim.
6 Haziran 2001 tarihli Hürriyet Gazetesi bu defa tam sayfa üzerinden mevzua değinir. Haberde, “Reflections of 1952 Robert Academy Year Book” isimli “Robert Koleji Yıllığı”ndaki, Çerçiyan'ın tahtada ‘K.Atatürk' imzasını attığı bir resim yayınlanır ve kendisini tanıyanlar ile talebelerinin sözlerine yer verilir:
Ali Pasinler (Yazar-1959 mezunu): Orta kısımda, Çerçiyan matematik hocamızdı. Çok güzel yazı yazdığı için, güzel yazı dersi verirdi. Bize 1952 yılında ders verdi. Her ders bittiğinde, elinden hiç eksik etmediği ve bizim de zaman zaman yürüttüğümüz o güzelim tebeşirleriyle, tahtaya bu imzayı atardı. Biz de ayakta alkışlardık. İmzanın, gönderdiği diğer örnekler arasından seçildiğini anlatırdı. Hakiki Türk hayranıydı. İmzası ile iftihar ederdi. Bir imzası, bir de Amerika'dan kendisine verilen iyi yazı yazma rozetiyle iftihar ederdi. Çok iyi bir matematik hocasıydı, müthişti.
Ersin Süeren (Kaptan-1952 mezunu): Matematik ve cebir dersi öğretmenliğimizi yaptı.
Atatürk'ün imzasını yaratan kişi olduğunu bütün okul biliyordu. Hocamız da bunu övünerek anlatırdı. O kadar övünürdü ki; biz de ona İnanmaz görünür, kendisini kızdırırdık. Onun imzayı atmaktan hoşlandığım bildiğimiz için, ‘Hocam atın' derdik. Hemen bu imzayı atardı tahtaya, sonra şaşırarak aynısı olduğunu görürdük. Ortaokulu bitirdiğimde, okulun çıkardığı ‘reflections' (yansımalar) isimli yıllıkta da Çerçiyan'ın derste, Atatürk'ün imzasını tahtaya atarken çekilmiş bir fotoğrafı yer alıyor. Bu imzanın ona ait olduğunu şimdi, artık hayatta olmayan o dönemdeki hocalar ve onların yakınları da bilir. 1951 yılı yıllığında Çerçiyan'ın attığı kendi imzası da burada. İki imzanın aynı kişiye ait olduğu kaligrafik incelemeyle kanıtlanabilir. Hocamız okulda çok sevilirdi ve bize, ‘Siz öyle bir okulda okuyorsunuz, öyle değerli hocalarla okutuluyorsunuz ki bunların değerini ilerde anlayacaksınız ama şimdiden anlayın' derdi. Şimdi, ben de onun değerinin unutulmasını istemem.
Prof.Dr.Pars Tuğlacı (Dil ve Tarih uzmanı): İmzanın yaratıcısı Çerçiyan'dır. Kendisi uzun yıllar Robert Kolejde güzel yazı profesörlüğü yaptı. Bildiğiniz gibi, 1928'den sonra yeni harflere dönülüyor. Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal, Çerçiyan'dan kendisine 5 imza hazırlamasını istiyor. O da, zaten zamanın en üstün kaligrafi (güzel yazı) uzmanı. Mustafa Kemal'e, özenle çalışarak 5 imza ayrı gönderiyor. Bu, 5 imza bende de var. Bunları, babamın arkadaşı olduğu için, kendisinden aldım. Sonuçta Atatürk bu imzalardan birini seçiyor ve kullanıyor, olay budur.Cerciyan_ParosDergisi1
Betili Mardin (Halkla İlişkiler uzmanı): Kolejde, kaligrafi hocamdı. 1938 yılında koleje girdim, hoca bize 1939-1940 yıllarında ders verdi. Sert biriydi, iyi yazı yazmaya meraklıydı, bu konuda ustaydı. Yuvarlak yazardı. Genelde kolejlilerin yazısı dik olurdu. O, yana eğilmiş yuvarlak bir şekilde yazardı. Bizim zamanımızda, hiç Atatürk'ten söz etmez, imzayı anlatmazdı.
Hürriyet'in iki gün peşpeşe yaptığı haberler mevzuu tekrar gündem yapar ve tartışmalar alevlenir. Bunun üzerine Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Öztürk, 7 Haziran 2001 tarihli köşesinde: “Hürriyet'te iki gün süreyle Hagop Vahram Çerçiyan adlı hocanın Atatürk'ün imzasıyla ilgili haberi yayınlanıyor. Bazı yazar arkadaşlarımız, ‘Atatürk'ün imzası bir Ermeni'ye mi ait' başlığımıza takılmışlar. Çerçiyan'ın bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu, onun ‘Ermeni kimliğinin' vurgulanmasını anlamadıklarını yazdılar. Ben hassasiyetlerini anlıyorum, ama gerekçelerine katılmıyorum. Bu olay, geçen pazar günü Ermeni mezarlığındaki ‘Aydınlar ve Sanatkârlar Anıtı'nın' açılışında dile getirildi. Meğer bu eskiden beri bilmiyormuş. İsterseniz bizim bilgisizliğimize verin, ama biz bilmiyorduk. Yıllarca önce Hürriyet'te bununla ilgili bir mülakat bile yayınlanmış. Hiçbirimiz hatırlamadık. Ama iyi oldu. Yeni kuşaklar da bu gerçeği bir kere daha öğrendi. Bu imzayı bulan kişinin TC'nin Ermeni asıllı bir vatandaşı olması ise hepimiz için bir iftihar vesilesidir. Bu, Atatürk ve Cumhuriyetin vatandaşlarına, her etnik gruptan vatandaşının da ona bakışını gösteren çok güzel bir örnek. Bin kere yayınlasak, yine de yeni ve yine de güzel.” yazarak, mevzua kendi penceresinden bir renk katmıştır.
Ermeniler üzerinden araştırma yapan Doç. Cafer Ulu'nun, imza mevzuunun da geçtiği tezi, 23 Şubat 2007 tarihli Vatan Gazetesi'nde şu şekilde haber yapılmıştır: “Fatih Üniversitesi tarihçilerinden Doç. Cafer Ulu, Mustafa Kemal Atatürk'e, 'Atatürk' soyisminin bir Ermeni tarafından verildiğini ortaya koydu. Ulu'nun 4 yıllık çalışmasının ürünü olan doktora tezine göre; Kurtuluş Savaşı başlayınca, o dönem 19 yaşında olan Ermeni asıllı Agop Martayan da, Türk Ordusu'nda silah altına alınmış ve kendisi Şam'da Mustafa Kemal'le tanışıp dost olmuştu. Martayan, 1934'te Türk Dil Kurumu (TDK) başuzmanlığına getirildi. Ve 1935'te Mustafa Kemal'in emriyle "Dilaçar" soyadı verildi. Dilaçar, bir TDK toplantısı sırasında Mustafa Kemal için "Atatürk" soyadını önerdi ve öneri kabul edildi. Ulu'nun tezine göre, Atatürk'ün Latin harflerinden oluşan imzasını da, o dönemde Robert Kolej'de matematik ve kaligrafi öğretmenliği yapan Hagop Vahram Çerçiyan tasarladı.”
Bahse konu olan tez, 2009 yılında Atatürk Araştırma Merkezi tarafından “Türkiye Cumhuriyeti'nde Ermeniler” adıyla kitaplaştırılmıştır. Lâkin “imza mevzuu”, Çerçiyan ile alâkalı kısmın sonunda; Vatan Gazetesi'ndeki haberin aksine, farklı bir açıyla sonlandırılmıştır: “Atatürk'ün imzasının Hagop Vahram Çerçiyan tarafından çizildiği konusu, diğer bazı iddialar gibi genellikle azınlık mensupları tarafından zikredilmekte ve güvenilir kaynaklara dayanmamaktadır. Böyle önemli bir konunun tek taraflı ve hikayeci anlatımlarla ortaya koyulması ve bilgilerin test edilme şansı olmadığından, bu iddianın gerçekliği konusunda herhangi bir hükme varılması mümkün görünmemektedir.” (Sayfa: 122)
Vehbi Koç'un kızı da mevzuu tasdikliyor
Yine 2009 yılının ortalarında Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesi ile alâkalı imzanın;
sahte mi, gerçek mi tartışması çıkınca, Çerçiyan tekrar gündem olur ve devreye Murat Bardakçı'nın yazısı girer. 6 Temmuz 2009 tarihli Haber Türk Gazetesi'nde “O kadar titizdi ki, imzasını bile bir sanatçıya çizdirmişti” başlıklı yazının muhtevası şöyle idi:
“(…) 1990'lı senelerde bir akşam, Sevgi Hanım'ın (Vehbi Koç'un 2003 Eylül'ünde vefat eden ortanca kızı) Kandilli'deki evinde dostlarla yemekte idik. Sevgi Hanım, Arnavutköy Kız Koleji'nde okumuştu ve misafirleri arasında kolejden sınıf arkadaşı olan bazı hanımlar da vardı. Kolejde, özellikle de Amerikan kolejlerinde okumuş olan hanımların biraraya geldiklerinde, aradan kaç sene geçmiş olursa olsun, hemen öğrencilik günlerine dönmelerine, sınıflarda, etüd odalarında yahut yatakhanelerde geçirdikleri zamanı sanki o senelerdeymişcesine tekrar yaşamalarına hep şahit olmuşumdur. O gece de öyle oldu ve Sevgi Hanım ile arkadaşları seneler öncesinin kız koleji öğrencileri hâline döndüler. Sohbetlerinde bir ara "Vahram Bey" diye bir hocanın bahsi geçti. Hepsi, kırk küsur sene önceki bu hocalarından gayet iyi bahsediyor, elyazılarının güzelliğini ona borçlu olduklarını söylüyorlardı. Hanımlardan biri de, "Şekerim, bizi bir yana bırak, Atatürk'ün imzasını bile o çizmişti. Unuttunuz mu?" dedi. Ben, Hagop Vahram Çerçiyan'ın ismini ilk defa o gece işittim ve 1934 Kasım'ında Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra, Atatürk'ün Çerçiyan'dan kendisi için birkaç imza dizayn etmesini istediğini ve Çerçiyan'ın hazırladığı imza örneklerinden birini beğenerek bu imzayı kullandığını da öğrencilerinden olan yine o gece, Sevgi Hanım ve sınıf arkadaşları sayesinde öğrendim. Arnavutköy Kız Koleji'nin "güzel yazı" hocası olan Vahram Çerçiyan, öğrencilerinin kendisinden dinlediklerine göre, Atatürk için beş ayrı imza hazırlamıştı. Sevgi Gönül, o geceden birkaç sene sonra kaleme aldığı bir yazısında hocası Vahram Çerçiyan'dan bahsedecek, Atatürk'ün imzasını Çerçiyan'ın hazırladığı söylentilerinden sonra, kendisine ve arkadaşlarına hem güzel yazmayı,
hem de okunaklı imza atmayı onun öğrettiğini anlatacaktı.”
Aradan bir sene daha geçer ve 30 Ağustos 2010 tarihli Yeni Asır Gazetesi “Atatürk'ün imzası Sabiha Gökçen'in” başlığıyla, mevzua çok farklı bir boyut kazandırır:
“Atatürk araştırmacısı ve "Zaferin Gölgesinde Latife Hanım" gibi pek çok esere imzasını atan Eriş Ülger, Gazi Mustafa Kemal'in, "K.Atatürk" imzasıyla ilgili 76 yıldır perde arkasında kalan önemli bir ayrıntıyı ortaya çıkardı. Ülger'in o dönemle ilgili kayıtlara ve özel notlara göre, "K.Atatürk" imzasının mimarı manevi evlat Sabiha Gökçen.
Ersin Süeren (Kaptan-1952 mezunu): Matematik ve cebir dersi öğretmenliğimizi yaptı.
Atatürk'ün imzasını yaratan kişi olduğunu bütün okul biliyordu. Hocamız da bunu övünerek anlatırdı. O kadar övünürdü ki; biz de ona İnanmaz görünür, kendisini kızdırırdık. Onun imzayı atmaktan hoşlandığım bildiğimiz için, ‘Hocam atın' derdik. Hemen bu imzayı atardı tahtaya, sonra şaşırarak aynısı olduğunu görürdük. Ortaokulu bitirdiğimde, okulun çıkardığı ‘reflections' (yansımalar) isimli yıllıkta da Çerçiyan'ın derste, Atatürk'ün imzasını tahtaya atarken çekilmiş bir fotoğrafı yer alıyor. Bu imzanın ona ait olduğunu şimdi, artık hayatta olmayan o dönemdeki hocalar ve onların yakınları da bilir. 1951 yılı yıllığında Çerçiyan'ın attığı kendi imzası da burada. İki imzanın aynı kişiye ait olduğu kaligrafik incelemeyle kanıtlanabilir. Hocamız okulda çok sevilirdi ve bize, ‘Siz öyle bir okulda okuyorsunuz, öyle değerli hocalarla okutuluyorsunuz ki bunların değerini ilerde anlayacaksınız ama şimdiden anlayın' derdi. Şimdi, ben de onun değerinin unutulmasını istemem.
Prof.Dr.Pars Tuğlacı (Dil ve Tarih uzmanı): İmzanın yaratıcısı Çerçiyan'dır. Kendisi uzun yıllar Robert Kolejde güzel yazı profesörlüğü yaptı. Bildiğiniz gibi, 1928'den sonra yeni harflere dönülüyor. Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal, Çerçiyan'dan kendisine 5 imza hazırlamasını istiyor. O da, zaten zamanın en üstün kaligrafi (güzel yazı) uzmanı. Mustafa Kemal'e, özenle çalışarak 5 imza ayrı gönderiyor. Bu, 5 imza bende de var. Bunları, babamın arkadaşı olduğu için, kendisinden aldım. Sonuçta Atatürk bu imzalardan birini seçiyor ve kullanıyor, olay budur.Cerciyan_ParosDergisi1
Betili Mardin (Halkla İlişkiler uzmanı): Kolejde, kaligrafi hocamdı. 1938 yılında koleje girdim, hoca bize 1939-1940 yıllarında ders verdi. Sert biriydi, iyi yazı yazmaya meraklıydı, bu konuda ustaydı. Yuvarlak yazardı. Genelde kolejlilerin yazısı dik olurdu. O, yana eğilmiş yuvarlak bir şekilde yazardı. Bizim zamanımızda, hiç Atatürk'ten söz etmez, imzayı anlatmazdı.
Hürriyet'in iki gün peşpeşe yaptığı haberler mevzuu tekrar gündem yapar ve tartışmalar alevlenir. Bunun üzerine Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Öztürk, 7 Haziran 2001 tarihli köşesinde: “Hürriyet'te iki gün süreyle Hagop Vahram Çerçiyan adlı hocanın Atatürk'ün imzasıyla ilgili haberi yayınlanıyor. Bazı yazar arkadaşlarımız, ‘Atatürk'ün imzası bir Ermeni'ye mi ait' başlığımıza takılmışlar. Çerçiyan'ın bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu, onun ‘Ermeni kimliğinin' vurgulanmasını anlamadıklarını yazdılar. Ben hassasiyetlerini anlıyorum, ama gerekçelerine katılmıyorum. Bu olay, geçen pazar günü Ermeni mezarlığındaki ‘Aydınlar ve Sanatkârlar Anıtı'nın' açılışında dile getirildi. Meğer bu eskiden beri bilmiyormuş. İsterseniz bizim bilgisizliğimize verin, ama biz bilmiyorduk. Yıllarca önce Hürriyet'te bununla ilgili bir mülakat bile yayınlanmış. Hiçbirimiz hatırlamadık. Ama iyi oldu. Yeni kuşaklar da bu gerçeği bir kere daha öğrendi. Bu imzayı bulan kişinin TC'nin Ermeni asıllı bir vatandaşı olması ise hepimiz için bir iftihar vesilesidir. Bu, Atatürk ve Cumhuriyetin vatandaşlarına, her etnik gruptan vatandaşının da ona bakışını gösteren çok güzel bir örnek. Bin kere yayınlasak, yine de yeni ve yine de güzel.” yazarak, mevzua kendi penceresinden bir renk katmıştır.
Ermeniler üzerinden araştırma yapan Doç. Cafer Ulu'nun, imza mevzuunun da geçtiği tezi, 23 Şubat 2007 tarihli Vatan Gazetesi'nde şu şekilde haber yapılmıştır: “Fatih Üniversitesi tarihçilerinden Doç. Cafer Ulu, Mustafa Kemal Atatürk'e, 'Atatürk' soyisminin bir Ermeni tarafından verildiğini ortaya koydu. Ulu'nun 4 yıllık çalışmasının ürünü olan doktora tezine göre; Kurtuluş Savaşı başlayınca, o dönem 19 yaşında olan Ermeni asıllı Agop Martayan da, Türk Ordusu'nda silah altına alınmış ve kendisi Şam'da Mustafa Kemal'le tanışıp dost olmuştu. Martayan, 1934'te Türk Dil Kurumu (TDK) başuzmanlığına getirildi. Ve 1935'te Mustafa Kemal'in emriyle "Dilaçar" soyadı verildi. Dilaçar, bir TDK toplantısı sırasında Mustafa Kemal için "Atatürk" soyadını önerdi ve öneri kabul edildi. Ulu'nun tezine göre, Atatürk'ün Latin harflerinden oluşan imzasını da, o dönemde Robert Kolej'de matematik ve kaligrafi öğretmenliği yapan Hagop Vahram Çerçiyan tasarladı.”
Bahse konu olan tez, 2009 yılında Atatürk Araştırma Merkezi tarafından “Türkiye Cumhuriyeti'nde Ermeniler” adıyla kitaplaştırılmıştır. Lâkin “imza mevzuu”, Çerçiyan ile alâkalı kısmın sonunda; Vatan Gazetesi'ndeki haberin aksine, farklı bir açıyla sonlandırılmıştır: “Atatürk'ün imzasının Hagop Vahram Çerçiyan tarafından çizildiği konusu, diğer bazı iddialar gibi genellikle azınlık mensupları tarafından zikredilmekte ve güvenilir kaynaklara dayanmamaktadır. Böyle önemli bir konunun tek taraflı ve hikayeci anlatımlarla ortaya koyulması ve bilgilerin test edilme şansı olmadığından, bu iddianın gerçekliği konusunda herhangi bir hükme varılması mümkün görünmemektedir.” (Sayfa: 122)
Vehbi Koç'un kızı da mevzuu tasdikliyor
Yine 2009 yılının ortalarında Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesi ile alâkalı imzanın;
sahte mi, gerçek mi tartışması çıkınca, Çerçiyan tekrar gündem olur ve devreye Murat Bardakçı'nın yazısı girer. 6 Temmuz 2009 tarihli Haber Türk Gazetesi'nde “O kadar titizdi ki, imzasını bile bir sanatçıya çizdirmişti” başlıklı yazının muhtevası şöyle idi:
“(…) 1990'lı senelerde bir akşam, Sevgi Hanım'ın (Vehbi Koç'un 2003 Eylül'ünde vefat eden ortanca kızı) Kandilli'deki evinde dostlarla yemekte idik. Sevgi Hanım, Arnavutköy Kız Koleji'nde okumuştu ve misafirleri arasında kolejden sınıf arkadaşı olan bazı hanımlar da vardı. Kolejde, özellikle de Amerikan kolejlerinde okumuş olan hanımların biraraya geldiklerinde, aradan kaç sene geçmiş olursa olsun, hemen öğrencilik günlerine dönmelerine, sınıflarda, etüd odalarında yahut yatakhanelerde geçirdikleri zamanı sanki o senelerdeymişcesine tekrar yaşamalarına hep şahit olmuşumdur. O gece de öyle oldu ve Sevgi Hanım ile arkadaşları seneler öncesinin kız koleji öğrencileri hâline döndüler. Sohbetlerinde bir ara "Vahram Bey" diye bir hocanın bahsi geçti. Hepsi, kırk küsur sene önceki bu hocalarından gayet iyi bahsediyor, elyazılarının güzelliğini ona borçlu olduklarını söylüyorlardı. Hanımlardan biri de, "Şekerim, bizi bir yana bırak, Atatürk'ün imzasını bile o çizmişti. Unuttunuz mu?" dedi. Ben, Hagop Vahram Çerçiyan'ın ismini ilk defa o gece işittim ve 1934 Kasım'ında Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra, Atatürk'ün Çerçiyan'dan kendisi için birkaç imza dizayn etmesini istediğini ve Çerçiyan'ın hazırladığı imza örneklerinden birini beğenerek bu imzayı kullandığını da öğrencilerinden olan yine o gece, Sevgi Hanım ve sınıf arkadaşları sayesinde öğrendim. Arnavutköy Kız Koleji'nin "güzel yazı" hocası olan Vahram Çerçiyan, öğrencilerinin kendisinden dinlediklerine göre, Atatürk için beş ayrı imza hazırlamıştı. Sevgi Gönül, o geceden birkaç sene sonra kaleme aldığı bir yazısında hocası Vahram Çerçiyan'dan bahsedecek, Atatürk'ün imzasını Çerçiyan'ın hazırladığı söylentilerinden sonra, kendisine ve arkadaşlarına hem güzel yazmayı,
hem de okunaklı imza atmayı onun öğrettiğini anlatacaktı.”
Aradan bir sene daha geçer ve 30 Ağustos 2010 tarihli Yeni Asır Gazetesi “Atatürk'ün imzası Sabiha Gökçen'in” başlığıyla, mevzua çok farklı bir boyut kazandırır:
“Atatürk araştırmacısı ve "Zaferin Gölgesinde Latife Hanım" gibi pek çok esere imzasını atan Eriş Ülger, Gazi Mustafa Kemal'in, "K.Atatürk" imzasıyla ilgili 76 yıldır perde arkasında kalan önemli bir ayrıntıyı ortaya çıkardı. Ülger'in o dönemle ilgili kayıtlara ve özel notlara göre, "K.Atatürk" imzasının mimarı manevi evlat Sabiha Gökçen.
Ülger'in verdiği bilgelere göre imzaya götüren yol, bir devrimle başlıyor. 24 Kasım 1934'te kabul edilen ve 27 Kasım 1934'te de Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren Soyadı Kanunu ile Gazi Mustafa Kemal Paşa 'Atatürk' soyadını alıyor. Yazar Eriş Ülger, imza olayını şöyle aktardı:
Atatürk, soyadını aldığının ertesi akşamı Başbakan İsmet (İnönü) Paşa'yı, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'yı, Meclis Başkanı Kazım (Özalp), Salih (Bozok), Falih Rıfkı (Atay), Ruşen Eşref (Ünaydın) beyleri ve birkaç arkadaşını da Çankaya Köşkü'ne akşam yemeğine davet ediyor. Gazi, sofrada soluna İsmet, sağına da Fevzi paşaları alarak hem yemeğe hem de gecenin sohbetine başlıyor. Gazi'nin çok sevdiği manevi kızı Sabiha (Gökçen) Hanım da sofrada Ata'nın tam karşısındaki sandalyede yerini alıyor.
İnönü, Atatürk'e dönüyor ve "Ben adımın arkasına sadece İnönü'yü ilave edeceğim, siz imza konusunda ne düşünüyorsunuz?" diye soruyor. Atatürk, bu soru üzerine gözlerini oturduğu yerden konuşmaları dikkatle dinleyen Sabiha Hanım'a çeviriyor. Sabiha Hanım, Gazi'ye Atatürk soyadının verileceğini duyduğu günden beri gece gündüz Atatürk imzası ile ilgili olarak çalışıyor.
Binlerce Atatürk imzası denedikten sonra beğendiklerini de özenle bir beyaz kağıtlara yazarak dosyasına koyuyor. Atatürk, bu çalışmaya gönderme yaparak Sabiha Hanım'a soruyor: "Çocuk kaç gündür elinde kağıt kalem durmadan dinlenmeden bir şeyler yazıyordun, neydi onlar? Hem sofraya inmeden önce bana bir sürprizin olduğunu söylemiştin. Şimdi söyle bakalım o karaladığın şeyler ve sürprizin neydi?" Sabiha Hanım hem heyecanından, hem de mutluluğundan alnında beliren terleri elindeki peçete ile silerken, Gazi'nin müsaadesini alarak mahcup bir ses tonu ile şöyle diyor: "Sevgili Paşam, haddim değil ama sizden müsaade almadan yaklaşık bir haftadır, Türk ulusunun size armağan ettiği Atatürk soyadını kağıtlara dökerek imza numuneleri hazırladım belki çok çocukça ama kendime göre beğendiklerimi de dosyama koydum." "Peki çocuk, ver bakalım o dosyayı neler yazmış neler çizmişsin görelim. Kim bilir içinden belki de birini beğeniriz. Arkadaşlar sizler ne diyorsunuz?
Kızımın çalıştığı Atatürk imzalarına bir göz atalım mı?" diyor. Atatürk, beyaz kağıtlar üzerine yazılmış olan imza sirkülerini inceledikçe yüzündeki sevecen ifade tebessüme, tebessüm hayrete, hayret mutluluğa dönüyor. Saatler gibi geçen dakikalardan sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sabiha Hanım'ı yanına çağırıyor. Parmağını sadece Sabiha Hanım'ın görebileceği bir tarzda imzalardan birisinin üzerine koyduktan sonra şöyle der: "Bak çocuk. Misafirlerimiz gittikten sonra bu imza üzerinde bu gece beraberce çalışalım, ondan sonra kararımızı veririz. Ne dersin?" Gerçekten o gece, Gazi ve Sabiha Hanım beraber sabaha kadar imza ile ilgili olarak çalışırlar ve sabah tan yeri ağarırken, Mustafa Kemal Paşa'nın "K.Atatürk" imzası da güneşle birlikte doğar.”
Hâlbuki mevzuun aldığı durum tam bir çıkmaza sürükleniyordu. Bu kadar şahidin ve Çerçiyan'ın hayattayken verdiği röportajların haykırdığı hakikat yok kabul ediliyor, ortaya Sabiha Gökçen atılıyordu. Ve işin enteresan tarafı, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali, Türkiye'deki azınlık basınının önde gelen gazetelerinden Agos'un; 6 Şubat 2004 tarihli nüshasında, bir suikaste kurban gidip, cenazesinde HEPİMİZ ERMENİYİZ diye bağrılan Hrant Dink imzasıyla, “Sabiha Hatun'un sırrı” başlıklı yazıda, Sabiha Gökçen'in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğu ‘vesikalarıyla' aktarılıyordu. Yazının muhtevasında: “Sabiha Gökçen'in teyzesi olduğunu iddia eden Antep asıllı Ermenistan vatandaşı Hripsime Sebilciyan-Gazalyan'ın anlattığına göre Sabiha Gökçen'in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğu ileri sürülüyordu.
Hrant Dink, aslında Hripsime'nin bu hikâyeyi kendilerine 2001 yılında anlattığını, ancak iddialar dayanaktan yoksun olduğu için o günlerde hayatta olan Sabiha Gökçen'in kırılacağını düşünerek hikâyeyi yayımlamak istemediklerini anlatıyordu. Ancak 2004 yılında Hripsime bazı fotoğraflarla yeniden gelince fikir değiştirmişlerdi.” yazılıyordu.
Aynı Sabiha'nın 15 Haziran 1937 tarihli Tan Gazetesi'ne verdiği mülakatta söylediği "Çarpışma meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiçbir acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor." ile 21 Ağustos 1937 tarihli Tan gazetesinde, Ahmet Emin Yalman'a Dersim'de ifa ettiği vazifeyi gururla anlattığı “(...) Dersim'deki uçuşlarım daha heyecanlı olmuştur. Bir iki defa pilot, fakat ekseriyetle rasıt (gözlemci) olarak uçtum. Böyle vaziyetlerde insan harp heyecanını rasıt mevkiinden daha iyi duyuyor.
İnsan evvela bombalarını atıyor, bunlar bittikten sonra canlı hedefler görürse, makineli tüfeğe müracaat ediyor. Dersim'de ilk bombardımanımın heyecanını unutmam... Muhasama [çarpışma] meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiçbir acımak hissi vermiyor. İnsan yalnız vazifesini görmek için aramayı, vurmayı düşünüyor.” sözleri, tarihin gelip geçen sayfalarına “kara bir leke” olarak yazılıyordu.
Bu tartışmaların ayyuka çıktığı dönemde, devreye Hagop efendinin oğlu Dikran Çerçiyan giriyordu. Zaman Gazetesi-Cumaertesi Ekinde, Mehmet Demirci imzasıyla, 18 Eylül 2010 tarihinde yayınlanan röportajda, mevzu şu şekilde noktalanıyordu:
“Dikran Çerçiyan, Robert Kolej'in efsanevi hocalarından Hagop Vahram Çerçiyan'ın oğlu. Atatürk'ün imzasını tasarlayan babasıyla her zaman gurur duyan Çerçiyan, geçen hafta basına yansıyan "Atatürk'ün imzası Sabiha Gökçen'e ait" başlıklı haberlerin asılsız olduğunu söylüyor. New York'taki evinde görüştüğümüz Çerçiyan, "Babam, Atatürk'ten bu imza için teşekkür mektubu bile aldı." diyor.”
“Geçtiğimiz ay medyaya yansıyan 'Atatürk'ün imzası Sabiha Gökçen'e ait' haberine Amerika'dan itiraz geldi. Türkiye'nin yetiştirdiği birçok önemli ismin efsanevi hocası Hagop Vahram Çerçiyan'ın 90 yaşındaki oğlu Dikran Çerçiyan, Atatürk'ün imzasının babası tarafından tasarlandığını ve bunun yıllardır herkes tarafından bilindiğini söylüyor. Çerçiyan, gazetelere yansıyan haberin yanlış olduğunu, babasının 5 farklı imza tasarladığını ve Atatürk'ün ölene kadar bu imzalardan birini kullandığını anlatıyor. Babası tarafından tasarlanan Atatürk kartvizitlerinden birinin ise halen Şişli'deki Atatürk Müzesi'nde sergilendiğini hatırlatıyor. Robert Kolej'de uzun yıllar matematik ve kaligrafi hocalığı yapan Hagop Vahram Çerçiyan, imzayı bir mart gecesinde tasarlarken oğlu onu iki saat izlemiş.
Babası gibi kendisi de aynı okulda el yazısı öğretmenliği yapan Dikran Çerçiyan, "Herhalde Soyadı Kanunu'nun kabul edildiği günün akşamıydı, kapımızı bir polis, bir sivil memur ve bir meclis görevlisi çaldı. Kapıyı annem açtı, polisi görünce okulda bir şey olduğunu düşünmüştü. Babam, o gece imza üzerinde sabaha kadar çalıştı. İki saat onu izledim. Onlarca kâğıda yazdı durdu, fakat attığı imzalardan hiçbiri içine sinmiyordu. 13 yaşında bir çocuktum, bir süre sonra sıkıldım ve babamı yalnız bıraktım. Sabah kalktığımda görevliler gelip imza örneklerini almıştı. Atatürk, yıllarca babamın tasarladığı imzayı kullandı ve bununla onur duyduk. Babam Atatürk'ten teşekkür mektubu bile aldı.'' diyor.
Vahram Çerçiyan'dan Atatürk için bir imza tasarlamasını milletvekili öğrencileri talep etmiş. Oğul Çerçiyan, imzayla ilgili ortaya atılan asılsız iddialara bir anlam veremiyor. Türkiye'de, Ermeni bir vatandaşın böyle bir işi yapmasından rahatsız olanlar bulunduğunu söylüyor. Birçok Türk dostundan "Neden itiraz etmiyorsun bu yanlışa?" diye telefonlar almış ama o, "Olanlara gülüp geçiyorum." diyor. Babasının yaptığı iş karşılığında tek kuruş almadığını, zaten böyle bir teklifle gelinse de kesinlikle kabul etmeyeceğini anlatıyor. 55 yılda 25 bin öğrenci mezun eden Çerçiyan'ın öğrencileri arasında çoğunluğu dışişleri mensubu birçok önemli isim var. Bülent Ecevit, eski dışişleri bakanlarından Selim Sarper, Turgut Menemencioğlu bu isimlerden birkaçı.
Harf İnkılabı'nın ardından, yeni harflerin Türkiye geneline yayılması için birçok kitap hazırlayan Çerçiyan'ın tüm öğrencilerine, "İyi yazı yazın. Okunaklı yazı, muvaffak olmanız için size yüzde elli şans verir." dediğini anlatan Dikran Çerçiyan, babasının Türkiye ile her zaman gurur duyduğunu belirtiyor. Ona göre Türkler ile Ermenilerin birbirlerinden hiçbir ayrılığı yok. "Halklar arasında hiçbir sorun yok, hiçbir zaman da olmadı. Bugün New York'ta en iyi arkadaşlarım Türk. Ermeni arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bile Türkçe konuşuruz. 1919 New York'ta doğdum ama İstanbul'da gömülmek istiyorum." diyor.
Dikran Çerçiyan'ın söylediklerini, 2011'in Ekim ayında süreli yayına başlayan, Türkiye Ermenilerinin aylık Paros Dergisi; 2014 Temmuz'unda yayınlanan 34. Sayısında şöyle yorumluyordu:
“Hâsılı kelam eldeki veriler, imzanın Vahram Çerçiyan'ın kaleminden çıkma olasılığının son derece kuvvetli olduğunu gösteriyor. Bazı röportajlarda da bahsi geçen ve Atatürk tarafından Vahram Çerçiyan'a gönderilen teşekkür mektubunun ortaya çıkmaması, bu konudaki spekülasyonların devam etmesine sebebiyet veriyor. Öte yandan Dikran Bey'in “Türkiye devletini kuran kişinin alamet-i farikasının bir Ermeni'nin elinden çıkması bazı çevreleri rahatsız etmiş̧ olabilir” seklindeki tespitine katılmamak da mümkün değil. Kim bilir? Belki de gelecek günlerde bir mezattan ya da Cumhurbaşkanlığı arşivinden çıkacak bir somut belge, bu konudaki tartışmalara da son noktayı koyar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder